Zaman Treninde Serüven
Kızıldere Destanı
Ruh acımasızlığı
Başlığı beğenmedin. Belki de yüksek kelamlar edeceğim izlenimi aldın bu başlıktan. Bağışla ama… bu başlık, defalarca çarptığım duvarları simgeliyor. Ve ben bu başlığı açmak istedim.
Çocukken bir türlü kavga etmeyi becerememiştim. Sayısız dayak yedim bu yüzden. Ve kimseye bulaşmamaya karar verdim daha çocukken. Çünkü dövmeyi; yani bilinçli bir şekilde bir insanın canını yakmayı becerememekteydim. İçim bir türlü elvermiyordu buna.
Bir seferinde kavgaya tutuştuğum bir çocuğu altıma almıştım her nasılsa.
“Vuriim mi ha? Vuriim mi?” dediğimde ben
“Vur!” dedi velet!
Vuramadım. O arada nasıl olduysa o beni altına aldı ve… kan revan içinde kaldım. Öyle vurdu ki! Vurmamamın hesabını sorar gibi; bendeki eksik yanı yüzüme vurur gibi vurdu.
Bendeki eksik yan!
Eksiklik sayılmakta kıyıcı olmamak. Acıtmamak insanı. Acı iletmemek karşındakine. Acıyı içinde yaşamak. Başkalarının seni yaralamalarına aynı türden tepki vermemek ve acıtılmayı ruhunun derinliklerine gömmek. Ne yazık ki öyle. Bu bir eksiklik.
Bilinçli bir seçim olup olmadığı bir yana, sonuçları bireye pek faydalı olmayan bu yanımı; bu eksikliğimi seviyorum ben. Ve yılmayan bir umutla, hemen hemen tüm insanların yüreğinin derinliklerindeki bu yanın, bir gün mutlaka bilince egemen olacağını biliyorum.
“Ütopya” dediğinizi duyar gibiyim. Evet. Şimdinin ütopyası belki. Ama yüz yıl öncesinin ütopyalarının gerçeğe döndüğü bir dünyada yaşadığımızı unutmayın. Benim bu ütopyam da yüz yıl sonrasının gerçeği olamaz mı? Olmak zorunda. Şimdilerin kanlıları ruhlarına egemen olan acımasızlığı silip atmadan, evrensel barışın kapıları aralanabilir mi?
Ezenle ezilen; sömürenle sömürülen; saldıranla savunan… zıtlıkları yok olmadan, iktidarlar el değiştirse de zaman zaman, şiddete, ruh acımasızlığına dayalı egemenliklerin ömürlü; kısa ömürlü olduğunu defalarca yaşamış olan insan, asıl sorunun insanın yüreğine egemen olan acımasızlıkla baş etmesine dayalı olduğunu görmesi ve bunu yok etmesi; evrensel bir düzlemi tüm hiyerarşilere yeğlemesi gerçekleşmedikçe evrensel barıştan söz edilemeyecek. Ve bu zıtlıkları, öncelikle kendi yüreğinde yok etmeli insan. Özelikle egemenlerin yüreğindeki kıyıcılık yerle bir olmalı. Yani onların yüreklerindeki acımasızlığı hedef seçmeli ve egemen olan kıyıcılığı rehabilite etmeli insanlık. Silahı diğerine doğrultan yüreklerin silahı kaldırıp atması sağlanmalı.
Yoksa o silahlı yüreğe karşı kullanılacak bir başka silah, bir süre sonra zulmün efendisi oluyor. Bu böyle gelmiş günümüze dek. Böyle gitmemesini dilemek ütopyaysa, ben bu ütopyayı taşıyorum içimde.
Ve bu nedenle de daha çok sopa yiyeceğim anlaşılan.
Olsun.
Kendi ruhumdaki acımasızlığın egemenliğine son verdim ya en azından!
İsterseniz korkaklığıma kılıf uydurduğumu düşünün. Alınıp gücenmem.
Bence siz de korkak yanınızı gözden geçirecek kadar yürekli olun. İşte o zaman ruhunuza egemen olan acımasızlıkla baş etmeye başlıyorsunuz demektir.
İç İçe (1)
-İyi görünmüyorsun.
-Neden? Niye öyle dedin? Oysa hayli iyiyim. Bu durumda olunabilecek kadar iyi.
-Zaten onu demek istiyorum. Yani aslında durumundan hoşnut olmaman gerektiğini düşünüyorsun ama bunu da, yani hoşnutsuzluğunu örtüyorsun. Daha doğrusu sana yakışanın örtmek olduğu kararını vermişsin. İşte seni olağan davranışlarından uzaklaştıran da bu olsa gerek.
…
-Niye sustun? Üstelik susmakla da kalmadın. Deminki gülümsemen de kayboldu. Gerçi iğreti durmaktaydı zaten gülüşün. Ama aslında bu halinle sensin.
-Yani sence ben gülmeyen biriyim de sahte gülüşler yerleştiriyorum yüzüme. Bunu mu demek istiyorsun?
-Hemen öfkelendiğine göre, seni suçüstü yakaladığım belli. Elbette hayır. Elbette sen gülen birisin. Hem de çokça gülen. Ama deminki gülüşün gibi değil senin gülüşlerin. Senin gülüşlerin, bir iletkene mıknatıs ya da elektrik vermek gibi, yanıbaşındakine yayılıverir benim bildiğim. Oysa deminki, sende başlayıp sende biten, hatta seni bile güldürmeyen bir tür gülme eskiziydi. Gülme kavramının sanki sözlükteki anlamını, görsel olarak göstermek için yüzüne yerleştirdiğin bir gülmeydi. Hatta gülme bile değildi. Dudak gerilmesi gibi bir şeydi.
-Peki. Gizlemeyeceğim. İyi değilim ben. Diken üstündeyim. Salt kendi sıkıntılarımla ilgili değil bu. Biliyorsun. İçimdeki altüst oluşu göğüsleyebilmişimdir hep. Hatta yaşadığım olumsuzlukların zirvede olduğu zamanlarda bile başetmeyi başarıp dışa dönük davranmayı becermişimdir. Ama şu sıralar iki tür kaosla boğuşuyorum. Bende başlayıp bende biten ve genel olan.
-Dur! Hemen araya girme!
Biliyorum. İlk değil kaosların bileşkesinde olmam.
Sen de çok iyi biliyorsun ki ömrüm, bir savaş alanının göbeğinde, ufacık bir çakı ve koluna sarılı bir kumaş parçasıyla ölümüne dövüşen bir savaşçınınkinden farklı değildi. Ölüm, rastlantısal olarak uğramadı bana. Çok da yara aldım. Fiziki yaralardan başka, yüreğim de yaralandı çok.
Ama ortada, uğruna ölünebileceğini düşündüğüm bir erek vardı. Kaba bir deyişle, hatta dilimize pelesenk ettiğimiz kocaman bir lafla pekiştireyim anlatmak istediğimi.
Hani Che’nin uzunca bir sözü vardı ve şöyle bitiyordu:
“… ÖLÜM HOŞ GELDİ SEFA GELDİ!”
İşte o zamanlar, o toz duman içinde, bakışım buydu ve aslında, belki de şimdilerde salaklık sayılabilecek bu düsturla, ben yaşama ve ölüme aynı yakınlıkta; aynı uzaklıktaydım.
Zaman… Zaman akıl almaz bir hızla akıp gitti ve gidiyor. Bu akış içerisinde…
-Dur az dur! Çok derine daldın! Bu gidişle bütün yaşam öykünü anlatacak gibi başladın.
Bunlar bana yabancı değil biliyorsun. Ne geçmiş, ne şu an, ne de gelecekteki altüst oluşlar…
–Evet haklısın. Birden ipin ucunu kaçırdım. Ama aslında sana anlatırken, kendi kendime yüksek sesle konuşuyormuşum gibiyim. Evet haklısın. Sen de ben gibisin. Bir diğer deyişle sen bensin aslında. Günlerdir, hatta geceler boyu, dışa açılan tüm kepenkleri yarı yarıya kapalı bir dükkan gibiyim. İçimin loşluğunda, el yordamıyla yokluyorum kendimi.
Zaman zaman yılgınlık mı bu diye soruyorum kendime. “YILDIN MI?”
Bu soruyu en derinlerimdeki BEN’e sordum.
Hayır! Bin kere hayır!
Ama geçmişi irdeleyip geleceğin iğreti yollarını gören biri olup da müdahale edemiyor olmak… işte bu beni kahrediyor.
-Bunlar hepimiz için geçerli ama. Yani bunlarla, salt bunlarla açıklayamazsın halini. Daha doğrusu bunlar beni ikna etmeyor.
-Bak açık konuşacağım. Bu anlattıklarına sığınıyormuşun, bunların arkasına gizleniyormuşun gibi geliyor bana.
Seni tanırım. Daha doğrusu tanıdığımı sanıyorum. Ve tanıdığım kadarıyla, ESAS SORUNA DEĞİNMEDEN, ETRAFINDA DOLAŞIYORSUN!
Yüzünün vitrinine yerleştirdiğin o sana yabancı ifadeyi açıklamaya yetmez bunlar.
Aslında bu ilk değil. Anımsar mısın? Geçenlerde bir arkadaş topluluğundaydık. Ikına sıkına espri yapıyor, zoraki gülüyordun. Kalabalık bir ortamda olduğumuz için sesimi çıkarmadım. Ama GÖRDÜM! Ve kesinlikle yanılmıyorum.
Neyse…
-Anlaşılan şu an konuşmayacaksın. Olabilir. Konuşma. Yani bana anlatma istemiyorsan. Ama beni de aptal yerine koyma e mi?
-Peki tamam. TAMAM! Haklısın. Ayrıca sağol. Yani en azından senin dikkatini çekmiş olması benim için önemli. Haklısın. Bir yerden başlamam gerek. Yüreklice, içimden de olsa konuşmam gerek. Kendimi konuşmalıyım. Konuşturmalıyım.
Yakın zamanda seni ararım. Ancak bana zaman ayıracaksın. Çok zaman. Çünkü o ki başlayacağım, o ki sen başlamam için tırmaladın içimi… sonuna kadar anlatacağım ve sen de dinleyeceksin.
-Şimdi gitmem gerek. Bir gün de sen anlatacaksın yalnız tamam mı? Senin de içinde karartılmışlık var aslında. Karatma günlerinden mi gelmekte yoksa yeni ve değişik bir karanlıkla mı yüzleşmektesin bilmiyorum. Çünkü sen de ben gibi olmasaydın, farkına varamazdın içimdeki çöküntünün.
-Hadi hoş kal şimdilik.
En Yeni Şarkı Sözleri
Bozgun
bozguna sürgülenmemiş kapım
aykırı düşmüşüm
yoksa az da olsa sürerdi direnç bahar sürgünü yanımda
devşirilmeye gönüllü turfandalığım karanfil kıvrımına dönmeden
dört koldan geldi ağulu zakkum güzelliği
hep geldi
yetemedim
oysa benim sevda tiryakisi toprağım
yalıtılmış güneşim vardı
ansızın
çölün cimri yağmuruna inat
içinde çavlanlar yeşerten kaktüs anaçlığına
ve
şaşılacak vahşi beyaza inadına beyaz açmış kardelen hoyratlığına tutuldum
susuz tepelerden devşirme kimi
kimi kan kırmızı güzel ve direngen
sonsuz kışkırtıcı bahar çılgınlığımla
/“Ricatsız!” yazılı hükmüme aldırmadan/
yordamsız yürüdüm üstüne üstüne
buzul duyarsızlığına isyan
ateşe yaban!…
Okumaya devam et